Kuzey Diyarının Hikayesi (II)

Kuzey Diyarının Hikayesi (II)
Kuzey Diyarının Hikayesi (II)NameKuzey Diyarının Hikayesi (II)
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyBook, Kuzey Diyarının Hikayesi
RarityRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionHarabelerde tesadüfen keşfettiğin kadim bir Remuria parşömeni. İçindeki sözlerin doğruluğunu teyit etmenin bir yolu yok.

Item Story

Sözlerimizi duyduğunda şövalyelerin lideri kahkahaya boğuldu. Öyle bir gülüyordu ki sırtındaki yüzgeç bile titriyordu. İnleyen kahkahaları arasından zorlukla bize "Remuria" diye bir yerin olmadığını, bunun kendi medeniyetleri olmayan güneyli barbarların uydurduğu sahte bir tarih ve gerçekte var olmayan hayali bir krallık olduğunu söyleyebilmişti. Ona itiraz edip gerçekten de Remurialı olduğumuzu söylediğimizde daha da yüksek sesle gülmeye başladı ve bizden Remuria'nın gerçekten var olduğuna dair tarihi veya arkeolojik bir kanıt göstermemizi istedi. O an herhangi bir kanıt sunamadık. Lider bize kendi ülkesinde bu tür tuhaf hikayelerin yasak olmadığını ve açık alanda Güneriği yemediğimiz sürece Solaris İmparatorluğu'nda onur konukları olarak ağırlanacağımızı söyledi. Daha sonra kıyafetlerimizden yola çıkarak isyan ordusunun gizli ajanları olamayacağımıza, büyük ihtimalle Hyperborea'dan gelen tüccarlar olduğumuza karar verdi. İmparatorlukları şu anda bir iç savaşın içindeydi ve bahsettiği isyancıları yenmemiz için onlara yardım edebileceğimizi ümit ediyordu.

Solaris İmparatorluğu'nun aslında çok üstün bir teknolojisi varmış ve yıllar önce Lucilius adındaki bir filozof, sıradan bazı ölümlülerin olağanüstü yetenekler kazanabilmesini sağlayan bir yol keşfetmiş. Fakat bu yolun bir bedeli varmış: Güç kazananların görünüşleri de sıradan ölümlülerden farklı hale geliyormuş. Bu yöntemin, insanlığın saflığının yok olmasına sebep olduğuna inananlar varmış. Sonunda özel güçlere sahip olanların iki seçeneği kalmış: Ya köle olmak ya da yok edilmek. Çok geçmeden iki taraf çatışmaya başlamış ve kanın nehir olup aktığı bir savaş baş vermiş.

Bu tür olayların eski çağlardan beri hep yaşandığını söyleyerek onu hemen teselli ettim. Aynı temayı işleyen yaklaşık yirmi farklı oyun senaryosu gelmişti aklıma. Aslında bu durum, Remuria'daki sanatın gelişimini de tam olarak yansıtmaktaydı. Pisculentum'un eseri "Terentius", insanları överken onları kuvvetli ama eşit canlılar olarak tasvir eder. Fakat diğer yandan, doğuştan özel güçlere sahip azınlık bir grup olduğunu söyler ve sonra bu grubun diğer herkesi yok etmesini anlatır, öyle değil mi? Bu yüzden karşımdaki şövalyelere insanlığı değiştirme teknolojisini geliştirmeyi bırakmalarını söyledim ve bunun yerine Tombalakları değiştirme teknolojisine odaklanmalarını önerdim. Ne de olsa Tombalaklar insanlardan çok daha sevimliler. Kendisi benim bilgece nasihatime kulak vereceğini söyledi fakat önce şu aşağılık isyancıları yok etmek gerekiyordu. Onlara yardım edecek olursak binmemiz için bize en güçlü Kraliyet Tombalağını vereceğini ve toplam 13 milyon askere denk gelen on üç lejyonun kumandanlığını yaparak düşmanı sol cenahtan kuşatacağımızı söyledi. Bizi isyancıların baskınından kurtardığı için isteğini kabul etmek durumunda kaldık.

Değerli okuyucular, inanın yukarıda anlattığım her şeye kendi gözlerimle tanık oldum! Tek kelimesi dahi yalan değil! Fakat asıl daha da inanılmaz olan, sonrasında yaşanan savaştı. Bize eşlik eden kör bir kölenin söylediği şarkı geldi aklıma:

"Söyle, ey ozan! Anlat saymakla bitmeyen acıların sebebini, Tombalakların öfkesini!"

Tam o anda Tombalak orduları, sanki önüne çıkan her şeyi yutan alevler gibi ileri doğru yuvarlanmaya başladılar. Yer, yüzgeçlerinin altında titreyip zangırdamaktaydı. Birliklerimizi ovaya sıraladık, komutanları tanrılarına olan duasını tamamladı, devasa yayını gerdi ve okuna bağladığı bir köpeği isyancıların üzerine gönderdi. Gümüş yayın sesi duyan herkesi sağır etti. Fakat isyancıların kolay lokma olmaya niyeti yoktu, baştan aşağı kuşanmış kırk beş milyon devi üzerimize saldılar. Devler kocamandı ve her biri Sebastos'un kendi elleriyle yarattığı golemlerden onlarca kat daha büyüktü. Söylentiye göre bunlar, isyancıların denizlerin altından çağırdığı destek kuvvetleriydi. Tahmin edileceği üzere bu devlerin de sadece tek gözü vardı. Bu gayet normal tabii, ne de olsa Pacuvius'un yazdığı hikayelerde de devler hep böyle olur. Fakat devlerin gözleri fevkalade kuvvetliydi ve isyancıların yönetiminde birliklerimize doğru tam isabetli Bulle Meyveleri fırlatmaya başladılar. Meyveler yere çarptıklarında patlıyor ve kocaman baloncuklar yayılıyordu. Baloncuklardan birine temas ettiğinizde sizi ta güneşe değene kadar arşa çıkarıyordu. Güneşin de Bulle Meyvesi renginde olmasının sebebi budur zaten.

Savaşın sonucuna gelecek olursak, tarih boyunca neredeyse hiçbir yazar hikayenin bu kısmına değinmemiştir. Hepsi, gelecekte yazacakları başka hikayeler için alan bırakmak isterler. Onların geleneğine olan saygımdan ötürü ben de bu kısmı atlayarak hikayeme devam edeceğim.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

TopButton