Zaman Yolcusu

IconNameRarityFamily
Zaman Yolcusu (I)
Zaman Yolcusu (I)3
RarstrRarstrRarstr
Book, Zaman Yolcusu
Zaman Yolcusu (II)
Zaman Yolcusu (II)3
RarstrRarstrRarstr
Book, Zaman Yolcusu
Zaman Yolcusu (III)
Zaman Yolcusu (III)3
RarstrRarstrRarstr
Book, Zaman Yolcusu
items per Page
PrevNext
Table of Content
Zaman Yolcusu (I)
Zaman Yolcusu (II)
Zaman Yolcusu (III)

Zaman Yolcusu (I)

Zaman Yolcusu (I)
Zaman Yolcusu (I)NameZaman Yolcusu (I)
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyBook, Zaman Yolcusu
RarityRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionBuğukuş'un yayınladığı bir bilim kurgu romanı. Bir mühendisin zaman makinası ile yaptığı yolculukları anlatır.
Bu, çok uzun yıllar öncesine uzanan bir hikaye. Akşamki ziyafetten sonra Bayan Aviva (kendisi bugün Leydi Nenonen olarak bilinir) hep yaptığı gibi bilimin hızlı ilerleyişi hakkında dramatik bir şekilde bize dert yanıyordu. Mühendislik konusundaki bilgisi Watatsumi Adası'nın toprak kalitesi hakkındaki bilgisinden daha az olsa da (tabii toprak konusunda da bir şey bildiği söylenemez) mühendisliğe ilgi duyduğunu belli etmek o dönemin hanımefendi ve beyefendileri arasında modaydı.

"Atalarımız zaten bu toprakları binlerce yıl önce fethetti." derken boğazını temizledi. Bir yandan yeşim taşları ve mavi mücevherlerle bezenmiş yelpazesini sallarken diğer yandan da yalandan bir ümitsizlik ifadesi takınmaya çalışıyordu. "Birkaç yüzyıl önce yeni dalış ekipmanlarını kullanarak kolaylıkla okyanusları fethettiler. Bugünse aniden bazı asil gençlerin aklına gravimetre denen aleti kullanarak dünyayı prangalarından kurtarıp gökyüzünü fethetme fikri geldi. Ve korkarım ki bu hayalleri yakın bir gelecekte gerçeğe dönüşebilir."

"Tam da dediğiniz gibi. Ah şu insanlar, nasıl da güçlü ve enerjik bir tür, üstelik müthiş bir bilgeliğe sahipler! Şartlar ne olursa olsun akla hayale sığmayan bir tutkuyla yaşam koşullarını değiştirme arayışına giriyorlar." diye hemen ekledi Buğukuş editörü. "Aslına bakarsak, söz konusu makina mühendisliği ve teori olduğunda insanlık zaten yaratıcı ile eşit düzeyde. Doğal dünyanın büyük bir kısmını fethettiler ve iradeleri sayesinde bu dünyaya yeniden şekil verebilirler."

"Ah, hayır... Ben öyle bir şey demek istemedim." dedi Bayan Aviva sesli bir şekilde iç çekerek. "O uzak ve bilinmeyen kıtalar, denizlerin derinliklerinde saklı harabeler, tüm o romantik keşifler ve çığır açmalar, bilimin ve mantığın ışığında ortaya konan tüm büyük başarılar uygarlığımızın içinde kayboldu. Atalarımız en tepelere ulaştı ve çok büyük başarılar elde etti, geldiğimiz noktada bize keşfedecek ve fethedecek çok az şey bıraktı. Bilinmeyeni keşfetme arzusuyla yanıp tutuşan hanımefendi ve beyefendiler için daha üzücü bir şey olabilir mi?"

Efsane Kral Argeadai'ın sözlerini kendini beğenmiş bir şekilde tekrarlaması, bu durumun kendisini ne kadar üzdüğünü ispat etmeye çalışıyor gibi görünmesine yol açıyordu. Gelgelelim herkes tembelce oturmuş, sadece nazikçe kafa sallamayla yetiniyordu. Hatta Leydi Elle hafifçe esnedi.

Kimsenin oralı olmadığını gören Bayan Aviva, heyecanını kaybetti ve konuyu gelecek haftaki baloya getirdi. Bu açıkça daha popüler bir konuydu ve kasvetli ortama yeniden canlılık geldi. Mösyö Ratar, Sumeru'da duyduğu bir kule, bir büyücü ve bir cam bardakla ilgili hikayesini anlatmak üzereydi ki şimdiye kadar sessiz kalan Bay Ciric araya girdi.

"Söylediğiniz şeyler beni derinden etkiledi Bayan Aviva." diyerek bir sigara yaktı. "Ancak endişelenmenize gerek yok. İnsanlığın henüz kontrol altına almadığı bir boşluk daha var ve gerekli teknikler geliştirilemezse korkarım ki bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek."

"Neymiş o?" diye sordu Ratar, suratını asarak. Maymunla ilgili hikayesinin ilgi toplayacağından oldukça emindi.

"Zaman."

Bir anlığına tüm oda sessizliğe büründü ve hemen ardından herkes kahkahalara boğuldu.

"Ne saçma bir konuşma!" diye çıkıştı Doktor Reinier, gülmemeye çalışarak. "Her şeyi geçtim, zaman nasıl olur da boşluğun bir parçası olarak düşünülebilir?"

"Zamandan ayrı bir şekilde boşlukta tek başınıza var olabilir misiniz?"

"Nasıl yani?"

"Yani şu anda benimle konuşurken bir anda iz bile bırakmadan ortadan kaybolmanızdan bahsediyorum. Bu mümkün mü sizce?" diye sordu ve diğerlerinin düşünmesine fırsat verir gibi bir süre bekledi. "Kuşkusuz, düşünebilme yetisine sahip herkes bilir ki zaman da tıpkı uzunluk, genişlik ve yükseklik gibi boşluğun boyutlarından biridir. Dolayısıyla doğanın bir parçasıdır ve kontrol altına alınabilir."

"Saçmalığın daniskası..." diye mırıldandı doktor, ancak Bay Ciric'i yalanlamadı.

"Bu alanda bir süredir araştırma yapıyorum." dedi ve devam etti: "İnsanların diledikleri gibi zamanda yolculuk yapabilmelerini sağlayan bir makina tasarladım. İki ay içinde hazır olacak. O an geldiğinde Bayan Aviva, sizi ve buradaki tüm hanımefendi ile beyefendileri, insanlığın bir sonraki büyük başarısı olan zamanın fethine tanıklık etmeye atölyeme davet ediyorum."

Bayan Aviva bir şey demedi. Hatta yüz ifadesine bakılırsa bu asil arkadaşımızın Bay Ciric'in sözlerinden hiçbir şey anlamadığı belli oluyordu.

Zaman Yolcusu (II)

Zaman Yolcusu (II)
Zaman Yolcusu (II)NameZaman Yolcusu (II)
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyBook, Zaman Yolcusu
RarityRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionBuğukuş'un yayınladığı bir bilim kurgu romanı. Bir mühendisin zaman makinası ile yaptığı yolculukları anlatır.
İki ay sonra Buğukuş editörü, doktor, Bay Revilo Oliver ve ziyafete katılan diğer konuklar sözleştikleri gibi Ciric'in atölyesine geldiler. Bayan Aviva gelmedi çünkü bu tarz şeyler oldum olası ilgisini çekmemişti, bunun yerine Salon Caritat'taki bir baloya katılmayı daha anlamlı buldu.

Ciric, bu iki ay içinde beklenmedik bir şekilde yaşlanmış ve zayıflamıştı. Bir zamanlar coşkulu ve kibirli olan ifadesi lambanın loş ışığında kaskatı kesilmiş, adeta Sumeru'nun bir deri bir kemik kalmış çilekeşleri gibi kayıtsız ve vakur bir hale bürünmüştü.

Bizi karşılayıp oturacağımız yerleri gösterdi, sakin bir tonda konuşuyordu.

"Zamanı fethetme planınız nasıl ilerliyor?" diye doğrudan sordu Buğukuş editörü. "Bahsettiğiniz zaman makinası nerede?"

Ciric cevap vermek yerine yanındaki masayı işaret etti. Gözlerimiz işaret ettiği yeri takip etti, masanın ortasında küçük bir saat büyüklüğünde altın kaplama, balina şeklinde bir hava gemisi maketi duruyordu. Bu işle hiç alakası olmayan biri bile, onun müthiş bir ustalıkla tasarlandığını söyleyebilirdi. Kristal kabuğunun altında ne olduğu tam ayırt edilemeyen ve biçimsiz duran bir renk, yavaşça yayılıyor ve abajurun gölgesinde hafifçe parlıyordu.

"Yani Lepaute'un zanaatkarlarını bile hayrete düşürecek bu oyuncağı yapmak iki ayınızı mı aldı?" diye sordu doktor.

"Pek de özel bir şeye benzemiyor aslında." dedi Ciric, gözlerinde neredeyse acıma denebilecek esrarlı bir duygu vardı. "Bu sadece nesnenin şu anda bıraktığı bir iz düşümü, tıpkı bir kağıda yandan bakıldığında yalnızca ince çizgi olarak görülmesi gibi."

"Düpedüz saçmalık."

Nedense Ciric bu ifadeyi yalanlamadı, yalnızca sakin bir ses tonuyla zaman yolculuğu deneyimlerini dinlememizi istedi. İsteğini kabul ettik ve şimdi aşağıda anlatacağım hikayeyi anlatmaya koyuldu. Başından sonuna kadar hiç kesmeden paylaşıyorum.

Zaman makinası fikrimden size ilk kez iki ay önce bahsetmiştim. Keza bir hafta önce söz konusu cihazın yapımını tamamlayıp içine girerek insanlık tarihindeki ilk zaman yolculuğunu gerçekleştirdim.

Zaman yolculuğunda yaşadığım duyguları anlatmaya kelimeler yetmez, tıpkı gözleri görmeyen birine yıldızların parlaklığının anlatılamayacağı gibi bir şey. Yaklaşık yirmi dakika sonra makina çalışmayı durdurdu, gerçi öznel zaman kullanarak zaman yolculuğunu anlatmaya çalışmak biraz anlamsız oluyor. Daha sonra etrafıma baktım ve bir Remuria yerleşiminde olduğumu fark ettim. Devasa taşlardan oyulmuş görkemli tapınaklar ve arenalar Epiclese Opera Salonunun utançla başını öne eğmesine neden oluyor ve Alain Guillotin'in eserleri heybetli Remuria heykelleri karşısında bir çocuğun kurmalı oyuncağı gibi duruyordu. Şaşkınlık içinde kendimden geçmişken devriye gezen birlikler beni fark etti. Garip giyim tarzımı gördüklerinde, beni barbar kabileler için çalışan bir casus zannettiler. Beni yakalayıp aşağılık bir köle ilan ettiler, sahte bir tanrıya inanan bir sapkın olduğumu ileri sürüp beni engerekleri beslemek için derin bir sarnıca atmakla tehdit ettiler.

Neyse ki, sonradan adının Aidia Anavana olduğunu öğrendiğim oranın yerlisi Aedile, sıradan biri olmadığımı fark etti ve beni yanına getirtti. Korkunç bir dil bilgisiyle ve aksanla konuşmama rağmen bana katlandı (o zamanlar "Remuria" bile diyemiyordum, "Emuia" gibi bir ses çıkıyordu ağzımdan) ve bir sürü soru sordu, ben de hepsini dürüstçe cevapladım. Kısa bir süre sonra, benim gelecekten geldiğime ikna oldu ve kölelerin yakın zamanda çıkardığı bir taş levhayı gösterdi bana.

Zaman Yolcusu (III)

Zaman Yolcusu (III)
Zaman Yolcusu (III)NameZaman Yolcusu (III)
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyBook, Zaman Yolcusu
RarityRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionBuğukuş'un yayınladığı bir bilim kurgu romanı. Bir mühendisin zaman makinası ile yaptığı yolculukları anlatır.
Levha mükemmel bir kareydi, her satır ve sütun yedi simetrik sembol dizisiyle oyulmuştu. Bunlar Remuria alfabesiyle değil, bugün kullandığımız karakterlerle yazılmıştı. Metnin okunma şeklini, düzenini ya da yönünü değiştirsen bile içindeki bilgi değişmiyordu. Köpekler, çayırlar, açık mavi serçeler, yaz yağmurları, güllerin şarkıları, bir Rishboland Kaplanının çizgileri ve kayaların düzgün desenleriyle alakalı karmaşık bir bilmeceydi. Kelime oyunlarına uzun süredir ilgi duymama rağmen, bu bitmek bilmeyen bilmeceler döngüsü fena halde başımı döndürdü. Nedendir bilmem ama bedeli ne olursa olsun bunu çözmem gerektiğini hissediyordum. Bu şekilde Aidia'nın yanında altı ay geçirdim ve altı ayın sonunda bilmecenin çözümünün aslında otuz yıl önce ölmüş bir kölenin adıyla ilgili olduğu ortaya çıktı. Bilmece, imparatorluğun çöküşünden birkaç yüz yıl sonra belirlenmiş bir tarihe işaret ediyordu.

Aidia'ya veda edip zaman makinasına geri döndüm ve taş levhadaki gizemi çözme umuduyla kendimi o tarihe gönderdim. Burada birkaç Mareşose Avcısıyla tanıştım ve bana 49 karakterden oluşan başka bir bilmecenin yazılı olduğu bir diğer taş levhayı gösterdiler. Cevap yine bir tarihti ama bu kez daha uzak bir geleceği işaret ediyordu.

Bu taş levhalardaki yönlendirmeleri takip edip geçmişle gelecek arasında mekik dokuyarak 13 defa gidip geldim. Her taş levhadaki bilmece bir öncekinden daha zordu. İçlerinden biri 300 yıl sonra yayınlanacak kötü bir aşk romanı kullanılarak çözülebildi. Kitabın 37. sayfasının 5. kelimesi 375 yıl önceki 375. Asayiş Dairesi memurunun adı ve soyadıyla eşleşiyordu. Başka bir bilmecenin şifresi ise birkaç bin yıl sonra açacak beyaz bir çiçeğe dayanıyordu. Çiçeğin adını bilmiyorum ve taç yapısı oldukça tuhaf. Bir tür leylak olabilir ama emin değilim. Bu çiçek tarla kuşlarının sesiyle besleniyor bu yüzden ipuçlarından biri Remuria dönemindeki bir tarla kuşunun kaburga sayısıydı. Sanırım genel olarak bilmecelerin çalışma mantığı bu şekildeydi.

Son taş levha Basil Elton Anıt Müzesinin yer altı deposundan geldi ve üzerinde sadece "0" rakamı yazılıydı.

O anda ne düşündüğümü bilmiyorum. Ne de olsa hedef olarak "0" noktasını belirlemek anlamsız bir şeydi. Yine de rakamı makinaya girdim ve kontrol kolunu çektim. Ne kadar süre sonra geçti bilmiyorum ama makina durdu. Hiç dalganın ya da gelgitin olmadığı bir denizin üzerinde yüzdüğümü fark ettim, o anda rüzgar bile yoktu. Tepemdeki gökyüzü mavi değil, koyu kırmızı renkteydi ve sayısız yıldızla bezenmişti. Uzakta ve soluk görünüyordu, tıpkı yoğun sis bulutları gibi.

Bu ilk okyanuslar karşısında büyülendim ve durgun yüzeyin altında belli belirsiz bir şeyin saklı olduğunu anlayana kadar birkaç dakika geçti. O şey Mermonia Sarayı'nın ta kendisiydi ve orada olmaması gerekirdi.

O anda birinin bana adımla seslendiğini duydum, Neven Ciric diyordu bir ses. Arkamı döndüğümde gördüğüm şey bir aynadan farksızdı. Bana tıpatıp benzeyen bir adam dosdoğru gözlerimin içine bakıyordu, tıpkı benim ona baktığım gibi.

"Neven Ciric," dedi ve devam etti: "Zamanı fethetmek istiyormuşsun. Bunu hiç kimse başaramaz."

"O bilmeceleri sen mi bıraktın?"

"O bilmeceleri sen mi bıraktın." Cevap verir gibi sorumu tekrarladı. "O bilmeceler zamanın bir parçası ve eşleşen her sembol zamanın ta kendisi."

"Yani zaman bilmecesinin en son cevabı sıfır."

"Sıfır bir cevap değil, aksine bir gizem çünkü cevap bilmecenin içinde değil." dedi. "Zaman bilmecesinin cevabı bir aynadır, daha doğrusu bu anlaşılması en kolay cevaptır. İki ayna karşı karşıya geldiğinde zaman oradaki ışığın sonsuz yansımasıdır. Uzaklaşan, yakınlaşan ve paralel ışıklar zaman dediğimiz yanılsamayı meydana getirir. Geçmiş ya da gelecek yoktur çünkü geçmiş gelecektir. Burada Sıfır Anında dururken iki ayna arasındaki boşluktan ileriye baktığında tüm ışık demetleri aynı düzlemde uzanır ve hiçbir ışık demeti kaçamaz. Mermonia Sarayı, inşa edilmeden çok uzun süre önce batmıştı ve batık Saray şimdi yeniden inşa edilecek. Sevinç, keder, gözyaşı ve ölüm sonsuza dek tekrarlanır çünkü aynanın doğası böyledir. Benzer şekilde, zamanı da fethedemezsin, tıpkı gölgeni eline alamadığın gibi."

Korkudan mı yoksa bir anlık çılgınlıktan mı bilmem, söyleyeceklerini bitirdiğinde kendimi savunmak için sakladığım silahı kafasına dayadım ve tetiği çektim.

Tüm oda sessizliğe büründü.

"Bana inanmanızı beklemiyorum." dedi Ciric ayağa kalkıp, bir yandan da gözleriyle odayı süzdü. "Bunu zaman makinası yapma konusundaki beceriksizliğimi örtbas etmek için uydurduğum bir hikaye olarak düşünebilirsiniz. Uyduruk bir hikaye, tamamen kuruntulardan oluşan bir yanılsama olarak da görebilirsiniz. Hanımefendiler ve beyefendiler, her halükarda aranızdan ayrılıyorum. Gelecekteki benliğim ona vereceğim bilmeceyi bekliyor."

Ciric Neven'i bir daha hiç görmedim.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

TopButton