Kalbin Arzusu

IconNameRarityFamily
Kalbin Arzusu: Mehtap
Kalbin Arzusu: Mehtap4
RarstrRarstrRarstrRarstr
Book, Kalbin Arzusu
Kalbin Arzusu: Kristal Parlaklığı
Kalbin Arzusu: Kristal Parlaklığı4
RarstrRarstrRarstrRarstr
Book, Kalbin Arzusu
Kalbin Arzusu: Safir
Kalbin Arzusu: Safir4
RarstrRarstrRarstrRarstr
Book, Kalbin Arzusu
Kalbin Arzusu: Taş Kalp
Kalbin Arzusu: Taş Kalp4
RarstrRarstrRarstrRarstr
Book, Kalbin Arzusu
items per Page
PrevNext
Table of Content
Kalbin Arzusu: Mehtap
Kalbin Arzusu: Kristal Parlaklığı
Kalbin Arzusu: Safir
Kalbin Arzusu: Taş Kalp

Kalbin Arzusu: Mehtap

Kalbin Arzusu: Mehtap
Kalbin Arzusu: MehtapNameKalbin Arzusu: Mehtap
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyBook, Kalbin Arzusu
RarityRaritystrRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionGizemli bir antika dükkanı etrafında dönen fantastik hikayelerden oluşan bir seçki. Teyvat'ta oldukça popüler.
-Mehtap-
Efsanede, şehrin rüzgar tarafından unutulmuş bir köşesinden bahsedilir.
Oraya ulaşmak için önce çeşmenin önünde durup gözlerinizi kapatmanız gerekir. Kalbinizin otuz beş kere atmasını bekledikten sonra, çeşmenin etrafında saat yönünde yedi kere ve hemen ardından saat yönünün tersinde yedi kere daire çizmelisiniz. Gözlerinizi açtığınızda küçük bir dükkana varmış olduğunuzu göreceksiniz...

————

Veiga, içeri bir adım attı ve utanarak sordu:
"Affedersiniz, orada... orada kimse var mı?"
Kapı arkasından kapanırken, kapıda asılı olan çan çalmaya başladı. Çınlayan keskin ses, bu loş monotonluğu bölerek odayı doldurdu.
Seher ışıkları hafifçe buzlu vitrin camından içeri süzülüyordu. Çok sayıda ilginç eşya odanın her köşesini doldurmuştu. Veiga, bir şeyleri ezmekten ya da kırmaktan korkarak dikkatlice dükkanın içinde ilerledi.
Cevap yoktu.
Veiga etrafındaki eşyaları daha yakından incelemeye başladı: Gizemli mekanik bir parça, gösterişli antika bir lir, üzerinde anlaşılmaz işlemeleri olan seramik bir karo, yıllarca kullanılmaktan ezilmiş ve çizilmiş eski bir kelepçe, bir zamanlar bir aristokrata ait olan unutulmuş bir taç...
O, bu kullanılmayan eşyaları incelerken, dükkan sahibi bir anda yanında belirdi. Dükkan sahibinin gözleri tıpkı bir tilkinin gözlerine benziyordu, gözlerinin ortasında uzun, ince göz bebekleri vardı.
"Bu diş, bir zamanlar bir kurt kralına aitti. Tanrılar dışında, bu diyarın her tarafı buz ve karla kaplı eski halini hatırlayan tek şey oydu muhtemelen."
Yumuşak bir ses tonuyla şöyle sordu:
"Dükkanıma hoş geldin. İlgini çeken bir şey var mıydı acaba?"

"Burada insanların... Unutmasını sağlayacak bir şey var mı?"
"Elbette."
Veiga, elini göğsüne bastırdı ve soru sormaya devam etti.
"Yani herhangi bir şeyi unutturacak bir şey... Hatta... Çok önemli birini bile?"
Tilki gözlü dükkan sahibinin ifadesi sertleşti ve kafasını sallarken cevap verdi:
"Unutmak istediğin kişinin, ay ışığı kadar parlak gözlü bir genç adam olduğunu biliyorum. Uzun zaman önce ortadan kaybolmuş ve kalbinde büyük bir boşluk yaratmış. O boşluğu doldurabilecek hiçbir şey yok... Diğer bütün lütuflar, ne kadar keyif verici olsa da ulaşılması zor ve uzak gibi geliyor... Tıpkı gözlerinin önündeki şu ay ışığı gibi."
Veiga afallamıştı. Sadece kafasını sallayabildi.
Tilki gözlü dükkan sahibi gülümsedi ve bir anda bir şişe şarap çıkardı.
"Bu şarap acını unutmana yardımcı olacak."
"Uzun zaman önce, soğuk rüzgarların estiği zamanlarda, atalarımız donmuş toprağın altında bu şarabı gizlice üretmişler. Bu şarap onlara güç vererek hayatta kalmalarını sağlıyormuş. Bu şarapları üretmede kullandıkları yöntemler, insanların talihi iyiye gitmeye ve onlar daha iyi, daha keyifli bir hayat sürmeye başlayınca unutulmuş."
Şarap şişesini ileri geri salladı.
"İçinde çok kalmamış. Sen de bu dükkanı sevmiş gibisin. Bu yüzden bu şişeyi sana bedava vereceğim. Ama tabii gerçekten istediğin şey buysa..."
Veiga, şarap kadehini tilki gözlü dükkan sahibinin elinden aldı.
Kadehin bir zamanlar değerli taşlarla süslenmiş olduğu belli oluyordu. Ama bu taşlar çıkarılmıştı ve bir zamanlar varlığına dair tek kanıtı ise geride kalan boş ve yalnız izlerdi...

Veiga kendine geldiğinde, şelalenin önündeydi.
"Hımm... Burada ne işim var?" diye sordu kendi kendine. Ay tepede parıl parıl parlarken, hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladı. Seher ışıkları artık kaybolmuştu ve bir an önce eve dönmezse...
O ilginç dükkanı, oraya giden yolu, içeride olanları, her şeyi tamamen unutmuştu.

————

"Gitti."
Tilki gözlü dükkan sahibi, kapı kapanıp çan sustuktan sonra böyle söyledi.
Ay ışığı kadar parlak gözleri olan genç adam, dükkanın arkasından çıktı.
"Teşekkür ederim."
"Buraya daha önce kaç kez geldi?"
"Altı... Hayır, yedi. Yedi kez." Genç adam, bir an tereddüt etti ve sonra sordu. "Şarap gerçekten işe yarıyor mu? Sana güvenmediğimden değil de. Sadece..."
Dükkan sahibi gülümsedi... Ama bu gülümsemenin ne anlama geldiği belli değildi.
"Bu şarabı içenler acılarını unutur. Ama ona acı veren şey anılarınız değil. Bu şarabın tek yapabildiği, sana olan özlemini ve seni kaybetmenin acısını kısa bir süre için unutturmak..."
"Ay ışığını ne zaman görse, senin yansımanı görüyor ve anıları tekrar hatırlamaya başlıyor... Harpastum Festivalinde tanışmanız, Rüzgaralan'da bir ağacın altında geçirdiğiniz öğlen, Yemin Burnu'ndaki manzara, beraber yaz kutlamalarından el ele kaçışınız, o şarkı ve gezgin ozanlar toplantısında ona verdiğin tüylü pelerin... Tüm bunlar onun unutmak istemeyeceği anılar."
"Dükkanımda başka bir şişe şarap daha var, içen kişiye gerçekten her şeyi unutturuyor. Eğer istersen... Ona o şişeyi verebilirim..."
Genç adamı izlerken hafifçe gülümsedi. Uzun bir sessizliğin ardından genç adam iç çekti.

"Söylesene... Onu terk etmekte neden bu kadar ısrarcısın?"
"Eh, şey... İşte bu. Sebebi bu."
Genç adam göğüs cebine uzandı ve kristalden yapılmış yuvarlak bir nesne çıkardı. Bu nesnenin içinde, hafifçe titreyen ve bilinmeyen semboller az da olsa görülebiliyordu.
"Bunlardan birine sahip olanların, bir gün bu dünyadan yok olup gideceğine inanmak için kendimce sebeplerim var."
"Eğer bu doğruysa, ne kadar erken ayrılırsam o kadar iyi. O hâlâ genç. Beni şimdi unutursa ileride hâlâ zamanı olabilir."
"Vay, vay, vay..." Dükkan sahibi dudak büktü. "Demek sen de seçilmişlerdensin."
Genç adam hevesli bir şekilde sordu:
"Öyle görünüyor. Acaba sen... Seçilmişlere sonunda ne olduğuyla ilgili bir şey biliyor olabilir misin?"
Kadın zoraki bir şekilde gülümsedi ama cevap vermedi.
"Gitmem gerekiyor. Artık bu şeyin sahibi ben olduğuma göre, sanırım benden beklenen şeyleri yapmaya başlamam lazım."
"Peki ya o dönerse? Ne yapmamı istersin?"
"Bence... Bence bunları kendi başına halletmesine izin vermeliyiz."
"Gerçekten kalpsiz bir adamsın."

Kalbin Arzusu: Kristal Parlaklığı

Kalbin Arzusu: Kristal Parlaklığı
Kalbin Arzusu: Kristal ParlaklığıNameKalbin Arzusu: Kristal Parlaklığı
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyBook, Kalbin Arzusu
RarityRaritystrRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionGizemli bir antika dükkanı etrafında dönen fantastik hikayelerden oluşan bir seçki. Teyvat'ta oldukça popüler.
-Aydınlanma-
Efsanede, limanın dağlar ve dalga sesleri tarafından unutulmuş bir köşesinden söz edilir.
Oraya ulaşmak için önce deniz meltemine karşı durup gözlerinizi kapatmanız gerekir. Derken, kalabalığın gürültüsünden kırk dokuz adım uzaklaşmalısınız. Daha sonra kalbinizin sesi arka plandaki sesleri bastırana kadar beklemelisiniz. Gözlerinizi açtığınızda, küçük bir dükkana varmış olduğunuzu göreceksiniz...

————

"Merhaba. Kimse var mı?" diye seslendi Yu'an.
Kapıyı açıp içeri girdi. Kapının arkasındaki çan, Yu'an içeri doğru ilerlerken arkasından çınlamaya devam ediyordu.
Sahile vuran dalga sesleri sanki uzak bir hatıra gibi odanın içine doldu. Rastgele birçok eser, Yu'an'ın durduğu yerden başlayarak uzun ve dar dükkanın her yerini doldurmuştu. Yu'an, dükkanda bulunan eşyalara endişeli bir şekilde baktı. İpek elbisesinin, muhtemelen kendisinden daha yaşlı olan tozlarla kaplandığını düşünmek onu ürpertti.
Artık sararmış olan kağıtlardan yapılmış eski fenerler, bilinmeyen bir canavara ait devasa bir diş, uzayın derinliklerinden gelen parlak siyah bir meteor demiri, bilinmeyen bir malzemeden, zıvanalı geçme tekniğiyle üretilmiş, soluk altın renkli geometrik bir cisim...
Tam beyaz kristal tozu ile dolu küçük şişeyi eline almıştı ki hemen yanında duran birinden gelen yumuşak bir ses duydu.
"O, eski bir hükümdarın gözyaşı kalıntılarından yapılmış bir tuz..."
Bu uzun sessizliği durgun suya atılan taş gibi bölen ses, onu hazırlıksız yakalamıştı. Korkudan elinde tuttuğu şişeyi düşürdü.
Ama duymayı beklediği cam kırılma sesini duymadı. Göz bebeklerinin yerinde uzun ince çizgiler olan tilki gözlü dükkan sahibi, şişeyi bir şekilde yakaladı ve rafta ait olduğu yere koydu.

"Ben... Şey... Kim olduğunu hatırlamıyorum ama... Burayı bana biri önermişti..."
Kadın, duyduğunu onaylayacak şekilde hafifçe kafasını salladı ama bununla ilgili ne düşündüğü belirsizdi.
"Dükkanıma hoş geldin. İlgini çeken bir şey var mıydı acaba?"
"Ben hediyelik bir şey arıyorum... Hoşlandığım bir kız için."
"Ona evlenme teklifi etmeyi düşünüyorum ve yanında da bir hediye vermek istiyorum."
Yu'an, doğrudan dükkan sahibinin yüzüne bakarak gergin bir şekilde dudağını ısırdı. Dükkan sahibinin, ona Cor Lapis'i hatırlatan gizemli altın rengi gözleri vardı.
Uzunca bir süre sessizce birbirlerine baktılar. Sonunda kadın, "Pekala." diye cevap verdi.

Zarif endamıyla dükkanın arka tarafına doğru ilerleyerek gözden kayboldu.
Geri geldiğinde ise elinde etrafına yanardöner bir ışıltı yayan bir nesne vardı. Yu'an daha yakından baktığında, bunun zarifçe kesilmiş, on köşeli bir aydınlanma kristali olduğunu gördü.
"Eminim ki kristal kalbin efsanesini daha önce duymuşsundur."
Aslında duymamıştı. Ama yine de kafasıyla onayladı.
"Aydınlanma kristali olarak bilinen bir kristal türünden yapılır. İnsan üretimi olanları da vardır ama bunlar kötü taklitlerdir. Gerçek aydınlanma kristalinin, insanın kalbindeki sırları açığa çıkarma yeteneği vardır çünkü ömrünün sonuna gelmiş, yüksek mertebeli aydınlanmış yaratıkların ukdeleri ve kederlerinden yapılır. Al ve bir bak lütfen..."
Dükkan sahibi, kristalin içinde bir belirip bir kaybolan görüntülere bakması için işaret etti.
On binlerce yıl gözlerinin önünde akıp gidiyordu. Bulutların geçip gitmesi gibi yıldızlar denizlere, denizler karalara dönüştü. Karlar eridi ve yerlerini yeşil çayırlara bıraktı. Şehirlerin karınca yuvaları gibi dolup taşmasını ve krallıkların oyuncak bloklar gibi çökmesini izledi...

Alacakaranlık çökerken, ay ışığı okyanusun girintili çıkıntılı yüzeyinde salınıyordu. Yu'an kendine geldiğinde rıhtımda yürüyordu.
Elinde sıkıca tuttuğu kristal, sanki vücudundaki tüm kan oraya akıyormuş gibi ısınmıştı.
"Bu gerçekten çok güzel bir kristal kalp." Ay ışığı altında attığı adımlarını hızlandırırken içinden böyle geçirdi. "Tek yapmam gereken bunu ona vermek... Ve böylece ben de..."

————

Kapının arkasında asılı olan çan, bir anda keskin sesiyle çınladı.
"Dükkanıma hoş geldin. İlgini çeken bir şey var mıydı acaba?"
"Bunu başka bir eşyayla takas etmek istiyorum. Bu bir cevher sayılır mı bilmiyorum ama..."
Detaylıca kesilmiş kristal, odanın her bir yanını aydınlatacak şekilde parlıyordu.
"Bunu bana peşimde olan bir adam verdi. Birlikte bu kristale bakarsak, harika şeyler göreceğimizi söyledi."
"Ama bu beni biraz rahatsız etti. Bu, hiç şüphesiz güzel bir cevher tabii ama... Ne zaman o adamı düşünsem içimi bir sıkıntı kaplıyor. Bu yüzden, ben de bu dükkana gelip bunu benden alıp alamayacağını sormak istedim."
"Anlıyorum. Ama bu çok değerli bir on köşeli aydınlanma kristali. Karşılığında kaç Mora istiyorsun?"
"Açıkçası para istemiyorum. Ama bir bakayım... Bu nedir? Tuz mu? Yakında Dünyanın Tuzu'nu ziyaret etmem gerekiyor. Senin için uygunsa bu cevherin karşılığında sadece tuzu istiyorum."

————

Tilki gözlü dükkan sahibi, dükkanın arkasında elindeki kusursuz şekilli kristali çevirerek tek başına oturuyordu.
"Senin içinde çirkin şeyler gördüm. O adamın gerçek yüzünü... Gerçekten inanılmaz. Çok üzücü."
"Asıl mesele ise onun, tuz sektöründe olan varlıklı ve saygın bir aileye girebilmek için evlenmek isteyen ve bu uğurda her şeyi yapabilecek çıkarcı ve aşağılık biri olması. Bu, gün yüzüne çıkmasaydı yine de aralarında karşılıklı bir sevgi olmadan da birlikte mutlu bir hayat sürebilirlerdi. Sonuçta mutluluk bir ruh halidir. Bunun aşkla bir ilgisi yoktur."
Leziz şarabından bir yudum aldı ve kendi kibriyle dalga geçerek gülümsedi.
"Ama açıkçası onun gibi insanlara hiç tahammülüm yok."
"Diğer yandan hiç tanımadığım birinin yüzüne doğruları bu şekilde söyleyebilmek keyifliydi. Kapıdan çıktığı andan itibaren birbirimizi bir daha görmeyeceğimizi biliyordum. Bu yüzden doğruları göstermenin ne gibi bir zararı olurdu ki? İlginçtir ki iki insan yakınlaştıkça, biri hep daha fazlasını ister. Bu yüzden kendini koruman gerekir. Ama nereden bilebilirdi ki..."

"Tüm bunlar sana biraz fazla gelmiş olmalı. Ama açıkçası bunu geri aldığım için mutluyum." Bakışlarını yere çevirdi ve devam etti. "Sonuçta ardında bıraktığın şey kalbin. Bunu ne olursa olsun saklamaya devam edeceğim... Ama sence de arada sırada dünyada bir gezintiye çıkmak, bugünlerde insanların nasıl olduğunu görmek keyifli değil mi?"

Kalbin Arzusu: Safir

Kalbin Arzusu: Safir
Kalbin Arzusu: SafirNameKalbin Arzusu: Safir
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyBook, Kalbin Arzusu
RarityRaritystrRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionGizemli bir antika dükkanı etrafında dönen fantastik hikayelerden oluşan bir seçki. Teyvat'ta oldukça popüler.
-Safir-
Efsanede, şehrin rüzgar tarafından unutulmuş bir köşesinden bahsedilir.
Oraya ulaşmak için önce meydanın ortasında durup gözlerinizi kapatmanız gerekir. Daha sonra meydanda saat yönünde yedi kere ve hemen ardından saat yönünün tersinde yedi kere daire çizmelisiniz. Derken kırk adım ileri giderek, rüzgar sesleri kuş seslerini bastırana kadar beklemelisiniz. Gözlerinizi açtığınızda küçük bir dükkana varmış olduğunuzu göreceksiniz...

————

Göz bebeklerinin yerinde uzun ince çizgiler olan tilki gözlü dükkan sahibi, parlak ay ışığının içeri girebilmesi için camdan yapılmış çift kapıyı açtı. Bu, gökyüzünden yıldız tozlarını toplayıp tezgaha serpiştirmek gibiydi.
Gösterişli çiçeklerden toz kaplı harpastum'a, yılların yıpranmasıyla okunamaz hale gelmiş eski kitaplardan artık kirişi olmayan eski bir uzun yaya kadar... Tüm bunlar, eski zamanların iktidardaki aristokratlarına ait ihtişamlı salonlardakine benzer şekilde gümüşle kaplanmış gibi görünüyordu. Ama aslında bu, gece gökyüzünden gelen sönük ışığın bir yansımasıydı.

"Merhaba. Bugünlerde işler nasıl gidiyor?"
Çoğu kişinin bu durumda tercih edeceği nazik selamlama yerine söylenmiş olan bu cüretkar alternatif, dükkanın arka taraflarından gelmişti.
Dükkan sahibi arkasını döndü. Tanıdık bir müşteri, soğukkanlı bir şekilde ay ışığının yetişmediği bir köşedeki koltukta oturuyordu.

Dükkan sahibi ufak bir gülümsemeyle karşılık verdi:
"İşler iyi. Ama belli ki bugünlerde hırsızlar konusunda dikkatli olmam lazım."
"Bu mu yani? En eski müşterini böyle mi reddedeceksin?"
Müşteri iç çekti. "Zaten dükkanında para harcamama değecek hiçbir şey yok. Yani, gerçekten bir şey seçmek zorunda kalsaydım..."

"Ee... Av nasıl geçti?"
"Nasıl yani? Sence topladığım ganimetleri satmak için mi buradayım?"
"Avcı", dükkan sahibinin imasına karşılık olarak memnuniyetsiz bir şekilde homurdandı. Ama dükkan sahibi gülümsemeye devam etti.
"Tabii ki hayır. Senin daha önce hiç 'ganimet' kelimesini kullandığını hatırlamıyorum."
"Aslına bakarsan... Yıllar boyunca cömertçe dağıttığın tüm o 'takas ürünler,' 'bedava hediyeler,' 'yardımsever bağışlar,' 'armağanlar'... Tüm bunlar, seni sokaklarda dolaşan en yardımsever hırsız yapıyor olmalı, değil mi?"

"Bu sefer burada olma sebebim o değil. Bu sefer senden bir şey istemek için geldim... Şarap. Özlediğin kişiyi unutmana yardımcı olan o özel şarap."
Bu müşterinin mesleği hırsızlık olsa da cesur bir yüreği vardı. Sözleri nezaketten yoksundu ama yüzündeki gülümseme kesinlikle içtendi.

"Çok üzgünüm. Biri o şarabı aldı bile."
Hırsız fark etti ki biraz önce çaktırmadan yürütüp iç cebine indirdiği şarap, dükkan sahibinin elindeydi.
"Bu dükkandaki bütün eşyalar birileri için ayrıldı. Özellikle bu, daha sonra gelecek olan bir müşteri tarafından alındı."
"El çabukluğu konusunda benden daha iyiymişsin. Benim için ne büyük bir utanç..."
Cesur hırsız kederli bir şekilde gülümserken şunları söyledi:
"Fark ettim ki insanın birine duyduğu hasret, taşıdığı külçe külçe altından bile ağır basıyor. Mesleğim gereği, çatıdan çatıya atlayıp sürekli koşmak zorundayım. Bu yüzden... Atabildiğim gereksiz yükleri sırtımdan atmalıyım."
"Acaba safir mavisi gözleri olan o kız da kalbinde benim taşıdığım ağırlığı taşıyor mudur?"

————

Dükkan sahibi, kapıdan gelen çanın sesiyle irkildi.
Müşteri, elinde kendisi gibi uzun ince Asasıyla gelen mavi gözlü bir büyücüydü. Yüzündeki izler aristokratların işkencelerine maruz kaldığının bir kanıtıydı.
Dükkanın her yerine rastgele yayılmış olan eşyaları görmezden gelerek, tıpkı düşmanının kalbine saplanan bir kılıç gibi doğruca tezgaha doğru ilerledi.

"Dükkanıma hoş geldin. İlgini çeken bir şey var mıydı acaba?"
"Bir eşya takas etmek istiyorum."
Sesi soğuktu ama çatlamak üzere olan ince bir buz tabakası gibi kırılgandı. Büyücü konuşurken, elindeki büyük mavi kristali tezgaha koydu.
"Bir hırsız bunu bir aristokratın gümüş kadehinden çalmış. Hediye olarak bana verdi ve ben bu yüzden efendim tarafından cezalandırıldım."
"Ama bu yıllar önceydi. Zamanla öfkemin dineceğini ve onu tekrar görme arzumun yok olacağını düşündüm..."

"Pekala. Karşılığında kaç Mora istiyorsun?"
Büyücü gümüşlük dolabını işaret etti. İçinde aristokrata ait olan ve cevheri eksik olan gümüş kadeh vardı.
Tilki gözlü dükkan sahibi, odanın her yerine yüzeyi parlak mavi bir ışık yansıtan kristali elinde çevirdi.
"Anlıyorum. İstediğin gerçekten buysa..."

İnsan bir engelle karşılaştığında, tüm yolları çıkmaz yollara çeviren bir endişe baş gösterir. Korkunun gelişi, zihnin parçalara ayrılmasına sebep olur.
Ölüm için korkunun ayak izlerini takip etmek daha kolaydır, hazırlıksız olanların kemiklerine kadar işleyen ayaz gibidir.
Pek çoğu, zayıflıklarının ölümcül sonuçlar doğuracağını, bu yüzden de bir noktada bu zayıflığın ortaya çıkmış olduğunu ancak ölüm enselerinde olduğu an anlar.

Mavi kristali havaya ay ışığına doğru kaldıran dükkan sahibi, göz bebeklerinin yerinde uzun ince çizgiler olan tilki gözleriyle kristali dikkatlice inceledi. Kristali keyifle izlerken, kraliyet ailesinin arması bir görünüp bir kayboluyordu.
Efsaneye göre belirli bir zamanda saf bir cevhere dikkatlice bakarak geçmişi, geleceği ve hatta bir kişinin gerçek yüzünü görebilirmişsiniz. Yine bir efsaneye göre, dünyada bir yerlerde denizler kadar uçsuz bucaksız bir karahindiba tarlası varmış. Ayrıca bir zamanlar gökte üç parlak ay varmış. Adları da Arya, Sonnet ve Canon'muş, bunlar büyük bir felaket sonucunda ölümün ayırdığı üç kız kardeşmiş. Yine bir zamanlar ölümü önceden görebilen bir cadı yaşarmış ama kendi ölümü kırık kalbi yüzünden olmuş, kalbinin kırılmasına sebep olan kişi ise uzak diyarlarda onu tekrar görme isteğiyle yanıp tutuşuyormuş.
Emin olduğu tek bir şey vardı, bu eşyaları atacak olsa bile onlarla ilgili efsaneler yok olmayacaktı ve hikayelerin sonları değiştirilemezdi.
Bu durumda, toplayabildiği tüm efsaneleri ve hikayeleri dükkanında toplayacaktı.

Kalbin Arzusu: Taş Kalp

Kalbin Arzusu: Taş Kalp
Kalbin Arzusu: Taş KalpNameKalbin Arzusu: Taş Kalp
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyBook, Kalbin Arzusu
RarityRaritystrRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionGizemli bir antika dükkanı etrafında dönen fantastik hikayelerden oluşan bir seçki. Teyvat'ta oldukça popüler.
-Taş Kalp-
Efsanede, limanın dağlar ve dalga sesleri tarafından unutulmuş bir köşesinden söz edilir.
Oraya ulaşmak için önce deniz meltemine karşı durup gözlerinizi kapatmanız gerekir. Derken, caddelerin kalabalığından kırk dokuz adım uzaklaşmalısınız. Daha sonra mutlak bir sessizlik arka plandaki seslerin yerini alana kadar, duyduğunuz tek ses kalp atışınız olana kadar beklemelisiniz. Gözlerinizi açtığınızda, küçük bir dükkana varmış olduğunuzu göreceksiniz...

————

"Kimse var mı?" Adam kapıyı çalarken seslendi. Üzerinde bir yağmurluk vardı.
Vitrinin tozlu camlarından içerideki eşyalara bir göz attı. Bir şişe ışıltılı yıldız tozu, buz gibi parlayan kırık bir kılıç, rengi yıllar içinde artık sarıya dönmüş bir kağıdın üzerine yapılmış bir resim, gizemli ışıklar yayan bir iksir, üzeri jel benzeri bir maddeyle kaplanmış bir karo...
Dükkana girdi. Kapı arkasından kapandı.
Tezgaha doğru yürüdü ve tuhaf ama göz kamaştırıcı nesneleri incelemeye başladı. Hepsi geçmiş dönemlerden kalma yadigarlar gibi görünüyordu. Daha sonra arkasından gelen tatlı bir kadın sesi duydu.
"Dükkanıma hoş geldin. İlgini çeken bir şey var mıydı acaba?"

Hazırlıksız yakalanmış olan adam, konuşan tilki gözlü dükkan sahibine döndü. Dükkan sahibi gülümsüyordu.
"Mesele şu... Eski bir hesabı kapatmak için ihtiyacım olan bir şey var."
Adam net, yankılanan ve cüssesine hiç uymayan şekilde az da olsa kaygılı bir sesle konuşmuştu.
"Öyle mi? Pekala."
Dükkan sahibi, üzerinde sırılsıklam olmuş bir yağmurluk olan yeni müşterisini incelerken, altın renkli tilki gözlerini kırpıştırdı ve kafasını salladı.
Dükkan sahibi dolabın alt raflarına bakmak için eğildi. Daha sonra ayağa kalktığında elinde büyük ve güzel bir Cor Lapis parçası tutuyordu.

Elindeki Cor Lapis, tıpkı gözleri gibi koyu altın rengi bir ışık yayıyordu.
Adam, taşı kadının elinden aldı ve ay ışığı altında daha yakından incelemeye başladı. Cor Lapis'in açık altın renkli yüzeyinin altında gizlenen derin burgaçlar, bu ışıkta ortaya çıkıyordu.
Adamın elleri hâlâ titriyordu.

"Cor Lapis, kayaların ruhudur. En sert, en dayanıklı kayalar bile zaman içerisinde saf ve şeffaf bir ruh oluşturur."
Dükkan sahibinin sesi çok uzaktan geliyor gibiydi. Adam kafasıyla onayladı.
"Aradığım şey tam olarak bu."
Verdiği bu ciddi cevabın ardından büyük bir Mora kesesini tezgaha koydu. Daha sonra dükkandan çıkıp gitti ve yağmur damlaları eşliğinde gecenin karanlığında kayboldu.

————

"İşte böyle oldu."
Konuşması bitince, dükkan sahibi tilki gözlerini kıstı ve karşısındaki müşteriyi incelemeye başladı.
"Başka bir şey söylemedi mi?"
Görünüşüne bakılırsa genç adam bir madenciydi. Saklamaya çalışsa da gözleri acelesini ele veriyordu. Ama dükkan sahibi sakin bir şekilde kafasını sallayarak karşılık verdi.
Dükkan sahibinin sesi durgun bir su gibi sakin ve dingin ama buz gibi soğuktu:
"Üzerinde kan lekeleri olan bir kese Mora bıraktı."

"Aradığım şey tam olarak bu."
Genç adam uzun bir iç çekti. Belli ki tilki gözlü dükkan sahibinin altın rengi bakışlarından kaçınmaya çalışıyordu.
"Karşılığında sana bir hikaye anlatacağım."
Dükkan sahibi, anlat dercesine kafasını salladı.
"O yağmurluklu adam... Eskiden onunla dağlarda madencilik yapardım. Ben ünlü olmak istiyordum, o ise ailesine bakabilmek..."
"Yağmurlu bir gecede içinde büyük miktarda Cor Lapis bulunan bir kayayı yardık. Yüzeyinden yayılan altın renkli parıltılar, Jueyun Gölü'nün bütün mucizelerini bir arada görebildiğin bir manzaradan bile daha nefes kesiciydi..."
"Liyue Limanı'na döndüğümüzde yarı yarıya bölüşeceğimize söz verdik. Ama o gece, kulakları sağır eden o yağmurun altında... Sinsice o tepeyi ona mezar yapacaktım..."
"Bunu yapmaya karar verdim çünkü ona güvenemeyeceğimden korktum. Bizim dışımızda, yalnızca muhtemelen gerçek bile olmayan Adeptusların bilebileceği o söze güvenemedim."
"Ama... Korku beni ele geçirdi. Tüm meblağın benim olabileceği konusunda kendimi ikna edebilirdim ancak ellerimi kana bulamayı göze almalıydım. Fakat bir yabancıyla yolculuk yapma riskini alamadım..."

"Ertesi sabah halatı sarkıttım ve uçurumdan aşağı inmeye başladım. Dört ya da beş, en fazla altı adımdan sonra ayağımı bir kayaya koymaya çalışırken birden halatın avuçlarımda titremeye başladığını hissettim... Kısa sürede aynı titreme bütün vücuduma yayıldı..."
"Halata bakmak için kafamı kaldırdım ama her şey için çok geçti..."
"En son hatırladığım şey kopan halatın ucundaki ayrılmış iplerdi."
"Yalnızca bir av bıçağı halatı o kadar düzgün kesebilirdi. Buna eminim."

"Nihayetinde birbirinizle olan hesabınızı kapatmış oldunuz."
Tilki gözlü dükkan sahibinin yüzünde neredeyse fark edilmeyecek bir gülümseme vardı.
"O Cor Lapis'i aldı, sen de bütün parayı."
Genç adam cevap olarak pek bir şey diyemedi.

————

Efsaneye göre, Cor Lapis dünyadaki kayaların ruhudur. Kayanın yaşam enerjisi ne kadar güçlü olursa, insanın gerçek yüzünü de o kadar ortaya çıkarır.
Hatta derler ki Cor Lapis, sahipleri bu dünyayı terk ettikten sonra bile, onların içinde kalan ukde ve pişmanlıkları birileri onları gerçekleştirebilsin diye geri getirirmiş.
En azından efsaneler öyle söyler.
Yabancı iki müşteri dükkandan gideli dört saat geçmişti. Yağmur yağmaya devam ediyordu.
Dükkan sahibi uzun süre pencerenin önünde durdu, yağmur damlalarının bastırdığı karanlık sokağı izledi.
"Ama... Hesapları gerçekten kapanmış mıydı? Artık tamamen özgürler miydi?"
Soruyu, sanki düşen yağmur damlalarına sormuştu. Fakat cevabın asla gelmeyeceğini biliyordu...

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

TopButton